Haftaya Bakış (257): Yeni Çözüm Süreci | Gözler Kandil'de | İmamoğlu kampanyayı başlattı

07.03.2025 medyascope.tv

7 Mart 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can'la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba.

Ruşen Çakır: Aslında çözüm süreci ya da açılım ya da her neyse, onun dışında çok fazla bir şey yok. Yine bir takım küçük küçük davalar, tutuklanan Beykoz Belediye Başkanı… Ama bu haftanın en önemli olaylarından birisiyle, nedense pek yankı bulmayan olayla başlayalım. Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı adaylığını, “Zorlu bir yolculuğa çıkıyorum,” diye bir videoyla başlattı. Yarın iki ilde, pazar günü de iki ilde partililerle bir araya gelecek. Ama miting yapacak herhalde. İzmir ve Kayseri, Adana ve Mersin ya da Antalya ve Mersin’de miting yapacak herhalde. Adana ile Antalya yer değişti diye söylenmişti en son. Dört büyük ilde miting yapacak ama açıkçası çok konuşulmuyor. Konuşuluyor mu, farkında mısın?
Kemal Can: Şimdi ön seçim süreci var. Bu adaylık açıklaması tam da söylediği gibi bir tür yola çıkma açıklaması aslında. Belki o yüzden şu anda çok büyük bir kampanya başlangıcı gibi sunulmamasının öyle bir tarafı olabilir. Ama kaç haftadır konuşuyoruz, tek adayla girilen ön seçim süreci nedeniyle bu adaylaşma, çok daha önce ‘’kim aday olacak?’’ tartışmalarıyla olan canlılık İmamoğlu’nun neredeyse artık netleşmiş olmasıyla birlikte, yeni bir aşamaya ve yeni bir dalgaya pek yol açmadı. Belki biraz daha ağırdan almayı istiyor olabilir.

Ruşen Çakır: Ağırdan almak istediğini sanmıyorum, Kemal.
Kemal Can: Ben bir tür hafifletici neden olarak söylüyorum. Ön seçim süreci de bitsin, ön seçim sürecini takiben kampanya başlayacak. Geçen haftalarda da konuştuk, madem bu ön seçim süreci önce CHP'nin, sonra da bütün muhalefetin en temel iddiasını, yani iktidarı değiştirme iddiasının karşılığını üretmeye başlamak lazım. Zaten İmamoğlu “Önce aday olma, sonra da Cumhurbaşkanı olma sürecine başlıyoruz. Bu yolculuğa çıkıyorum” diyordu. Temel iddia şuydu: ‘’Bir an önce adayımızı netleştirelim, bu adaylık tartışmaları ayak bağından kurtulalım. Daha onlar kampanyasını başlatmamışken biz kampanyada ön alalım, üstelik de erken seçim talebiyle beraber bunu yükseltelim, büyütelim ve biz daha hızlı yol alalım.’’ Erken kalkan yol alır prensibi. Eğer argüman buysa, eğer iddia buysa, eğer iktidarın yargı hamlelerinin de önünü kesmesi beklenen şey buysa, buna uygun bir şeyin de hafif hafif artık başlıyor olması lazım. Hem kamuoyunda hem de bu iddianın sahibi olan aktörlerde bunun karşılığını görmeye başlamamız lazım. Üstelik geçen haftalarda konuştuğumuz gibi, ön seçim süreci eğer katılım açısından da, canlılık açısından da bu sönüklükte geçerse… Önce aday açıklanmasının bir üyelik kampanyasıyla beraber yürüyeceği herhalde büyük bir dalga yaratmadı ki onun duyurularını görmüyoruz. Ön seçim sayesinde şu kadar daha… İlk başta birkaç rakam açıklandı ama devamı gelmedi. Dolayısıyla bu işin iletişim tarafını ve daha önemlisi, erken seçim iddiasının arkasını dolduracak bir rüzgârı üretmek için artık biraz içeriğinin doldurulmasına ihtiyaç var.

Ruşen Çakır: Evet. Tabii zamanla birtakım şeyler gelişir, ama bence şunu görmek ve kabul etmek lazım. İktidarın yargı eliyle CHP'yi ve özel olarak İmamoğlu’nu sıkıştırma, dar bir alana hapsetme hikâyesinin etkisi var bunda. Şimdi İmamoğlu denilince akla ne geliyor? Diploma en son, mahkemeler en son, acaba yasak gelecek mi gelmeyecek mi? İmamoğlu’nun bunları bir kenara bırakıp Türkiye'ye, “Bırakın mahkemeyi. Bakın adam şunu söylüyor” dedirteceği bir şeyler yapabilmesi lazım, bunu çalışması lazım. Tamam, zamanla olacak, bu doğru, ama şimdiden bize olayın kendisini göstermesi lazım. “Ben geliyorum” tek başına yeterli değil. “Beni biliyorsunuz. Ben iyi birisiyim. Ben geliyorum” değil. “Ben şuna geliyorum, şunu yapmaya geliyorum” diyerek büyük fotoğrafı bize göstermesi gerekiyor. Tamam, İmamoğlu bir şey çizdi ve süreç içerisinde bunun içini dolduracak. Nasıl dolduracak? Birtakım önerilerle, birtakım kadrolarla. Bunu zamanla dolduracak. Ama şu hâliyle baktığımda açıkçası İmamoğlu, “Siz beni tanıyorsunuz. Ben iyi adamım, iyi yönetirim,” söyleminin ötesinde, henüz o vizyonu vermedi. Bu, vermeyecek anlamına gelmiyor. Ama ‘’baştan nasıl başlarsan öyle gidersin’’ lafı var ya, işi baştan sıkı tutup açıklamasını beklerdim. Yaptığı o çıkışla, Erdoğan dâhil herkesin, iktidar yanlılarının da, “Hadi ya, bak işte İmamoğlu kolları sıvadı” cümlesini bize bir şekilde satabilmesi lazımdı, şu hâliyle satamadı.
Öte yandan bir de şöyle bir şey var: Mesela bu sabah gördüm, Özgür Özel NOW TV'de canlı yayına çıkmış. Eyvallah. Merak edip bakmadım. Yani bu Özgür Özel’le ilgili değil, CHP’yle ilgili bir mesele var ortada. CHP, kendisi üzerinden o kadar çok konuşulan bir parti oldu ki. CHP'nin iktidar hakkında söyledikleri çok önemli değil, çünkü onlar çok klasik ve Bekir Ağırdır’ın o çok sevdiğim tabiriyle ‘’altyazı.’’ Zaten bildiğimiz şeyleri söylüyor. Ama doğrudan bizim gözümüzün içine bakarak, vatandaşın, AK Parti yönetiminin değil, AK Parti seçmeninin gözünün içine bakarak bir şey söylemesi lazım. Ramazan'da hurmanın, zeytinin fiyatının ne kadar arttığının çok fazla anlamı yok, bir şey söyleyebilmesi lazım. O anlamda, CHP'de, iktidarın çizdiği alanı genişletme konusunda çok bir gayret görmüyorum. Bunu aşacaklardır herhalde, aşmayı düşünüyorlardır. Ama aştıklarını düşünüyorlarsa sorun var.
Kemal Can: Evet, asıl problem o. Şimdi arada şöyle bir boşluk var. Hatırlarsan 2023 seçimleri öncesinde de birtakım raporlar, programlar vardı. Altılı Masa’dan çok kapsamlı birtakım programlar çıkmıştı. Muhtemelen, “Sizin hazırlıklarınız ne, ne söyleyeceksiniz?” denildiğinde, birileri birtakım dosyalar, birtakım raporlar, birtakım programlar çıkartabilir. Ama bunlar o senin dediğin dalgayı ya da o efekti yaratacak şeye sahip değil. Seçmen, raporları, parti programlarını, seçim beyannamelerini okuyarak karar vermiyor. Diğer tarafta, Bekir Ağırdır’dan alıntıyla söylediğin ‘’CHP’nin söyledikleri altyazı’’ nitelemesi, söylenenlerin ne kadar şablon olduğu, sloganların çoğunun tuhaf, ne işe yaradığını bilmediğim benzetmeleri… Meclise soğan çuvalı getirmek, benzin dökmek gibi mizansenlerle yürüyen, popülist ya da çok popüler bir iletişim yöntemi sanılan, ama çok da içeriği olmayan bir şey. Ama senin de söylediğin gibi, seçmeni asıl etkileyecek olan, sahiden bir değişim olacağı, bu değişimin neden olması gerektiği ve değişim olduğunda önlerine ne geleceğiyle ilgili onların kararlarını da etkileyecek yeni bir durumla karşı karşıya olunduğu fikrini yaratacak şey bu iki uçta değil. Bunun arasında büyük bir alan var ve asıl siyaset üretmek dediğin şey, senin de dediğin gibi, iktidarın çizdiği çerçevenin içerisinde kalarak ona cevap yetiştirmekle olmuyor. “İktidarın durumu kötü, ekonomi de kötüye gidiyor, yönetemiyorlar da. Dolayısıyla seçmen bize gelecek” kolaycılığıyla bu iki uçtan da sonuç alınamıyor. Onun için hakikaten bir şey yapmaları gerekiyor.
Bunu söylediğimiz zaman, “Siz de sadece eleştiriyorsunuz. Ne yapmaları gerektiğini söyleyin o zaman” yorumlarıyla karşılaşıyoruz. Ne yapmaları gerektiği konusunda formüller üretecek olsaydım, siyaset yapıyor olurdum. Ben siyaset yapmıyorum. Bilmem ne kadar teşkilatı olan, bilmem ne kadar danışman çalıştıran, bilmem ne kadar kaynağı olan bir ana muhalefet partisinin, birinci parti olduğu iddiasındaki bir muhalefet partisinin, bu soruya cevap üretmesi gerekiyor. Bizlerin, cevap üretmek ya da onlara formül üretip önlerine koymak gibi bir görevimiz yok. Ayrıca, hakikaten siyaset bir işse, siyaset profesyonellerin yaptığı bir işse, tam da yapmaları gereken iş bu ve galiba bu iş eksik. Biz de bunu görüyoruz ve bu eksikliği işaret ediyoruz. Tabii ki bununla ilgili fikirlerimiz var. Ama zaten bizim siyasi önerilerimiz ya da önermelerimiz yahut yapılması gerekenle ilgili düşündüklerimiz, muhtemelen CHP'nin programının kapsamında olmayacak, fazla maksimalist bulunabilecek şeyler. Tamam, o zaman ona uygun cevapları kendisinin üretmesi gerekiyor. Ama gördüğümüz açık bir şey var: Kadrosuyla, programıyla, söylemiyle bu dalgayı üretecek, bu havayı yaratacak, “Tamam, artık bir şey oluyor. Bu iktidar hakikaten zor durumda ve bu iktidarın değişmesi için yükselen bir dalga var” fikrini yaratacak bir şey üretmesi gerekiyor. Bir başka nokta daha var: Sen örneklerini verdin, daha bugün Vedat Milor’a Kent Lokantaları için soruşturma açmışlar. Sürekli, “İmamoğlu kazanırsa ne yapar, İmamoğlu ne getiriyor, İmamoğlu’nun ekibi ne, sözü ne, programı ne? değil, “İmamoğlu aday olabilecek mi, İmamoğlu’nun önünü başka yollarla keser mi kesemez mi?” tartışmasından hâlâ çıkamamış durumdayız, kamuoyu açısından çıkamamış durumdayız. Çünkü hatırlarsan bu diploma meselesi ön seçim süreci başladıktan sonra çıktı.

Ruşen Çakır: Aslında önceden vardı. Tekrar ısıtıldı.
Kemal Can: Tekrar ısıtıldı, köpürtüldü. Dolayısıyla iktidar hâlâ İmamoğlu’nun başarı şansı ya da söylediklerinin ne tür bir destek aldığı tartışmasına geçmeyi engelleyecek bir şey olarak siyaset dışı pek çok adım atıyor. Çünkü bu iktidara siyaset yaramıyor. Alan ne kadar siyasetsizleşirse, -siyasi alanın kendi daralmasından bahsetmiyorum- o daracık siyasi alanda bile faaliyet gösteren siyasi aktörlerin siyaset dışı faaliyetleri ne kadar fazla olursa, iktidarın işine yarıyor.

Ruşen Çakır: Pazartesi günü DEM Parti heyeti yeniden CHP'yi ziyaret edecek. Siyasetin alanı diyoruz. Şu anda Türkiye'nin siyasetinin merkezinde Öcalan'ın yaptığı açıklama ve Kandil'in silah bırakma süreci, sonra Suriye meselesi var. En son grup toplantısında Özgür Özel çok net bir şekilde, “Getirin demokratikleşme paketini, Mecliste yapalım,” dedi. Buna eyvallah. Ama tabii burada hâlâ süreçle ilgili bir şeffaflık meselesi sorunu olduğu için herkes tam emin değil. Ne oluyor, nasıl oluyor, neler olacak? Erdoğan'ın topa tam girmemesi, Bahçeli'nin hastalığı nedeniyle ortaya çıkamaması. Bir tek telefon görüşmeleri var. Mesela bu olay aslında CHP'nin siyaset alanını çok genişletebileceği bir imkân bence. Tabii ki görüşmeyi iktidar yapıyor, tabii ki pazarlığı iktidar yapıyor. Yapmadıklarını söylüyorlar, ama yapıyorlar. Muhalefet tabii ki iktidarda değil. Ama burada muhalefet, aldığı, alacağı pozisyonlarla bu süreçte bence bayağı etkili olabilir. Çünkü çok ciddi bir şey yaşanıyor. PKK'nın kuruluşu 50 yıl, ama ilk 1984’te Eruh, Şemdinli’deki saldırıyı da hesap edersek üzerinden 41 yıl geçti. Her şey bir yana, 41 yıllık bir dönemin kapanması gibi çok tarihi bir olay var. Bütün sorunlarına rağmen oraya doğru gidiyoruz. Burada, ülkeyi yönetmeye talip bir partinin ve bu 40 yılda, bir şekilde kısmen iktidarda, ama büyük çoğunlukla muhalefette… Hatırlarsan,  Kürt hareketiyle aslında çok da yakın olan SHP'nin içinden çıktı HEP (Halkın Emek Partisi). İlk başta SHP’deydiler, sonra HEP çıktı ve en son seçimlerde, hem Cumhurbaşkanı seçimlerinde Kılıçdaroğlu'nu, hem de yerel seçimde Kent Uzlaşısı’nı desteklediler. Böyle bir yerde CHP'nin daha bir aktif, aktiften kasıt ne bilmiyorum…
Kemal Can: Hatta sürecin ayrıca bir tarafı var. Sürecin en başında, DEM Parti sözcülerinin ‘’CHP mutlaka bu sürecin içerisinde olmalı’’ dedikleri bir açık kapı da var.

Ruşen Çakır: Tabii. Öcalan da bunu söylüyor. Anladığım kadarıyla da Erdoğan bunu çok istemiyor. Erdoğan burada CHP'nin birtakım yasalara mecburen ‘evet’ demesini, ama çok da rol çalmasını istemiyor. Hem kendisi topa girmiyor, ama CHP'nin de topa girmesini çok fazla istediğini sanmıyorum. Bahçeli konusunda emin değilim, fakat Erdoğan'ın çok da fazla girmesini istediğini sanmıyorum. Böyle bir yerde bir şeyler yapabilir. Tabii yine, “Ne yapalım?” diyecekler, ama sembolik şeyler de olabilir ya da doğrudan, “O öyle olmaz, böyle olur. Şunu şöyle yapmayın, böyle yapın,” diye söylemler de olabilir. Mesela Sezgin Tanrıkulu, Türkiye'deki Kürt sorununa en hâkim insanlardan birisi, öyle değil mi? Yıllardır, CHP'nin, değişik partilerin hazırladığı raporlar var. İyi kötü bir teşkilatı da var bölgede. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana gibi büyükşehirlerde, Kürt olan, özellikle ilk kuşak Kürtlerden epey kadroları da var. Yani bir şeyler yapabilir. Sanki hâlâ tam bir ‘’bekle gör, bu iş olmayacak galiba’’ havası var. İlk başta öyleydi, ama Öcalan'ın açıklaması o kadar çok şeyi devre dışı bıraktı ki şimdi ‘’galiba oluyor, ama biraz bekleyelim’’ gibi bir yerdeler sanki.
Kemal Can: Konuya CHP'den girdiğimiz için oradan devam ediyoruz. Sürecin diğer aktörleri açısından da konuşuruz. Söylediğin taraf doğru. Şu tür hamleler yaptılar, onun da hakkını teslim etmek lazım. Biraz sert karşı tutum ya da hafif endişelere rağmen, CHP’nin, İYİ Parti gibi, Zafer Partisi gibi bir pozisyon almasını arzu eden tabanının ve teşkilatının bir kısmında böyle eğilimlerin olduğunu biliyoruz. Hatta bunu dile getirenler de var. İki yönden böyle bir tazyik de var. Biri, senin bu sabah yaptığın ‘’Kürtlerin neyi eksik?’’ başlıklı yayında https://medyascope.tv/2025/03/07/kurtlerin-neyi-eksik-video/ olduğu gibi.

Ruşen Çakır: Eksiği yok, fazlası var.
Kemal Can: Sonuçta CHP içerisinde hiç karşılığı olmayan bir şey değil. İkincisi, bu sürecin sadece, Erdoğan'ın Kürtleri kandırarak ya da Kürtlerin zaten kanmaya teşne olarak yürüdüğü iddiası üzerine son derece endişeli, şüpheci bir yaklaşım var. Bu tazyiklere rağmen, CHP'nin, kategorik olarak sürece baştan rezerv koymaması, hakikaten ‘takdire değer’ bir siyasi pozisyon alıştı. Bunu teslim etmek lazım. Daha sonrasında da Meclisin zemin olması ki daha önceki CHP tezi de böyle zaten. Ama mesela şimdi Numan Kurtulmuş’u göreve çağırdılar, komisyon kurulsun dediler. En son senin işaret ettiğin gibi, Özgür Özel'in, “Getirin demokratikleştirme paketini konuşalım” dediler. Bunlar, iktidarı zorlamak açısından ya da iktidarı sıkıştırmak açısından, süreci siyasileştirmek açısından elverişli şeyler. Ama senin kastettiğini anlıyorum. Bunun üstüne çıkan, süreçte inisiyatif alan, süreci, çeşitli biçimlerde ana aktörlerinin belirli yöne doğru itilmesi konusundaki hamlelerden biraz daha ileriye taşıyan, kendisini de bir aktör olarak öne çıkartan pozisyon alabilirler ve bu bir avantaj haline getirilebilir. Çünkü biraz önce konuştuğumuz hadiselerde olduğu gibi, ben özellikle Erdoğan'ın bu meseleyi siyasileştirmemek, siyasetin uzağında yürütmek konusunda özel bir hassasiyeti olduğunu görüyorum. Zira siyasi partilerle temas trafiğine hiç dâhil olmadı, kendisi devrede hiç yok. Sanki bir gözlemci gibi yukarıdaki bir pozisyondan ve mümkün olduğu kadar konuyu siyasi bir mesele olarak ele alan bir pozisyon almadan yürütmeye çalışıyor.
Şu anda pazarlık, müzakere ve siyasi alanın genişlemesiyle ilgili talep, daha çok Kürt siyasi hareketinin ve DEM Partililerin talebi. Çünkü onlar şu tazyikten kurtulmak, yatıştırmak için ‘’kesinlikle müzakere diye bir şey yok, kesinlikle pazarlık diye bir şey yok’’ diyorlar. Ama alttan alta da bu noktaya gelişte bir pazarlık yok, fakat bunun devamında hukuki ve demokratik süreçler gereği işaret edilerek, aslında şimdi siyasetin önünün açılması talebi var. ‘’Buraya bir pazarlıkla gelmedik, ama bundan sonrası için demokratikleşme ve hukukileşme konusunu bir siyasi müzakere konusu yapmamız gerekir’’ talebi şu anda tek tarafın dile getirdiği bir şey. Öbür tarafta bunun hiç işareti bile yok. Sürekli ‘’Pazarlık yok’’ üzerinden devam ediyorlar. Hatta daha ileri gidip, Efkan Âlâ’nın söylediği gibi “Sonuçlara bakacağız. Önce süreci önce bir tamamlayın” havasında tutuyorlar. Çünkü siyasileşmekten uzak duruyorlar.

Ruşen Çakır: İktidar yanlısı medyada nihayet, “Bundan sonra ne olacak?” soruları çıkmaya başladı. Mesela Demirtaş'ın çıkması telaffuz ediliyor. Öcalan'ın doğrudan insanlarla görüşebilmesini telaffuz ediyorlar. Belli ki yavaş yavaş yazdırıyorlar. Yani Sırrı Süreyya Önder’in düştüğü notu aslında kabullenmiş durumdalar da bunun zamanlamasını yapmak gibi dertleri var. Mesela fark ettiysen, Öcalan'ın açıklamasından önceki Erdoğan'la Öcalan’ın açıklamasından sonraki Erdoğan arasında fark var. Erdoğan açıklamayı bekledi, açıklama onu zorlamayacak bir açıklama. Kayıt yok, şart yok, özerklik yok. Şimdi sesini yükseltti. Büyük bir ihtimalle silah bırakma, fesih hikâyesine doğru gidildiğinde daha büyük adımlar atacak. Anladığım kadarıyla genellikle şöyle bir şey diyor: “Bunlara güven olmaz. Bunları birileri, İsrail, şu bu ayartır. Bunlar bilmem ne yapar. Onun için yapmayayım” deyip, bir anlamda, bütün işi Devlet Bahçeli'ye yıkmış gibiydi. Ama adım adım girmek zorunda, giriyor zaten. Geliştikçe, pozitif yönü ağır bastığı ölçüde, Erdoğan'ı daha fazla konuşurken göreceğiz. Ama şu anda, bir geçiş sürecinde. Kandil'den ilk yapılan açıklama mesela. Mustafa Karasu, “Merak etmeyin feshediyoruz, dedi ya, mesela onun yerine, “Bir dakika durun, ne feshi? İyi, eyvallah tamam, masada ama…” gibi ‘’amalı’’ bir cümle kursaydı işin rengi değişirdi.
Kemal Can: Geçen haftalarda da konuştuk. Ben zaten açıkçası bu açıklama öncesinde ve açıklama sonrasında en çok sorulan “Kandil ne yapacak?” sorusunun çok önce, çok anlamlı bir soru olmaktan çıktığını düşünüyorum. Zaten açıklamanın ya da çağrının yapılacak olduğunun netleşmesiyle birlikte, aslında o bence tamamlanmış bir şeydi.

Ruşen Çakır: Ama onun ekmeğini bayağı yediler biliyorsun. Şimdi iş Kandil'den itiraz etmeye döndü: “Suriye ne olacak?”
Kemal Can: Evet. Zaten bu muhtemelen aşama aşama açılacak. Belki bugün çok detaya girmeyiz ama Suriye meselesi daha çok su kaldıracak ve çokça konuşacağımız bir mesele olacak zaten. O kendi başına başka dinamikler açısından da problemli bir şey. Ama bence Türkiye iç siyaseti ve bu demokratikleşme ve hukuki zemine taşıma meselesiyle ilgili temel problem, şu anda şöyle bir noktada kitlenmiş durumda: Silahların ortadan kalkması, feshin gerçekleşmesi, bunun kaçınılmaz sonucu olarak bazı hukuki düzenlemelerin yapılacak olması, teorik olarak siyasi alanı ve siyaset yapma imkânlarını genişletmesi, bunun devamında da bir demokratikleşme programının kapısını açması gerekir. Ama bunu otomatik bir gelişme olarak görmek için çok erken bir noktadayız diye düşünüyorum. Zaten Erdoğan'ın tutumunda da kendisine ilişkin tazyik yaratacak bir beklenti ya da risk oluşturmayacak bir ritmi tercih ettiğini, yani Bahçeli hızlandırmakla ilgili bir tazyik yaparken, onun biraz ağırdan alıp, biraz beklentiyi düşürerek gitmesinin böyle bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum.  Çünkü şunu yaratmak istiyor: Dediğin gibi, zaman içerisinde sürece daha aktif biçimde girecek. Zira bu kadar önemli bir meselenin bu kadar uzun süre kendi kontrolü dışında yürüyor olmasına siyaseten fıtratı müsait değil. Ama şunu da görmek lazım. Buraya dâhil olurken, kendisini zorlayan dinamiklerin onu belirli şeyleri yapmaya itmesinden çok, girdiği anda da kontrolü ve raconu kesen bir pozisyonda. Şimdi mesela Külliye’de bir liderler zirvesi ya da partiler zirvesi tasarlanıyor kulisleri dönüyor.

Ruşen Çakır: Bu sefer yine DEM Parti’ye yasak mı gelecek?
Kemal Can: Dolayısıyla ben, hemen bir demokratikleşme programı ya da ‘’oturalım bunları konuşalım’’ kısmının Erdoğan açısından biraz daha vadeye yayılacak bir tarafı olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Benim gördüğüm şöyle bir şey var: Bir önceki çözüm sürecinde AK Parti çok fazla angajeydi ve MHP tabii ki açıkça karşıydı. Şimdi, MHP üst düzey olarak çok fazla angaje. Taban da böyle, biliyor musun? Şimdi MHP tabanında, “Ne oluyoruz?” diye rahatsız olan vardır ama Devlet Bahçeli'ye güvendiği için ya da güvenmek zorunda olduğu için bu olup bitenler karşısında bağrına taş basabiliyor. Ama AK Parti bu Cumhur İttifakı süreci içerisinde ve iktidara bu kadar haşır neşir olmasıyla beraber, kadrolarda bakış değişti. Eskiden çözüm süreci sırasında, kadrolar, devletin inkâr ve ret politikasını bir kenara bırakıp, ‘’bu sorunu çözmemiz gerekir’’ diyen insanların önemli bir kısmında, “Nereden çıktı şimdi bu? Zaten PKK da etkisizleşti deyip, ‘’bu işte bir kaza olur da fatura çıkarsa” düşüncesi var bir tarafta, ama bir yandan da ne gerek var? Gerçekten ne gerek var? Anadilde eğitim gibi şeyler istemiyorlar. Bunu özellikle görüyorum. Geçen süreçte insanların Öcalan diye bir gündemleri yoktu, şimdi var.
Kemal Can: Öcalan geçen süreçte daha araçsal bir pozisyondaydı. Diyarbakır’da mektubu okunuyordu, ama sürecin yürütücüsü rolünde değildi. Bu sefer, doğrudan Bahçeli tarafından aktör olarak, Öcalan’la bağlandığı için iş… Dolayısıyla aslında Öcalan'ı olayın kritik aktörü hâline getiren müdahale, Bahçeli'nin yaptığı müdahale.

Ruşen Çakır: Tabii
Kemal Can: Bahçeli'nin o şaşırtıcı olan çıkışı aslında sürecin aktörlerini belirleme çıkışı.

Ruşen Çakır: Bu da AK Parti kadrolarının büyük bir kısmını memnun etmedi.
Kemal Can: Evet. Ben başından beri bunu söylüyorum. Ama bu şöyle bir şey değil: ‘’Başka şeyler bunlar. Başka şeyler istiyorlar. Erdoğan'la Bahçeli arasında fark var, farklı bakış açısı var’’ iddiası değil. Ama bence Erdoğan'ı da çok memnun eden bir şey değil. Nihai olarak varmak istedikleri nokta aynı olsa bile, burada yöntem, üslup, hız ve aktörler açısından çok benzer düşünmüyorlar. Nedir varmak istenen nokta? Bence, artık Kürt meselesini, daha önce Türkiye'nin güvenlik ve beka sorununun bir parçası olarak, savaş ya da o çatışma yahut da mücadele, adına her ne denecekse, o konseptin üzerine oturturken, güvenlik konseptini değiştirmeden, devletin güvenlik bakışını değiştirmeden, barışı bir güvenlik meselesi olarak gündeme taşıyan yeni bir bağlamı üretti.

Ruşen Çakır: Ama o yürümez.
Kemal Can: Yürür ya da yürümez. Ama sonuçta Bahçeli'nin büyük reaksiyon almaması, tabanındaki o karizmasından gelen güvenin ötesinde, meseleyi, yani barışmayı bir güvenlik meselesi, daha önce mücadeleyi ve askeri çözümü nasıl bir güvenlik meselesi olarak koyuyorsa…

Ruşen Çakır: İç cepheyi kuvvetlendirmek.
Kemal Can: İç cepheyi kuvvetlendirmek, dış tehditlerin büyümesi, ‘’tarihi kardeşlik’’ perspektifi, bunların hepsi güvenlik konseptinin dışında şeyler değil. Devlet dediğimiz aygıt, özellikle Kürt meselesinde ve başka konularda da savaşı da barışı da bir güvenlik meselesi olarak kurgulayabilir. Bunda hiçbir sıkıntı yok.

Ruşen Çakır: Ama şöyle bir şey olacak bence. Ben onu çok önemsiyorum, birçok yerde de söylüyorum. Elinden en büyük kartı gidiyor. Kayyum atıyor, terörle iltisaklı diyor, başka bir şey yapıyor, terör, yolsuzluk diyor. Şimdi ne yapacak? “Yine bulur bir şey” diyecek çok kişi var, ama PKK'nın kendini feshetmesiyle beraber, bütün bu otoriter sistemin en temel meşruiyet alanı değişiyor olacak. Tamam, bir şey bulacak belki, bulmaya çalışacak. Kalkması, tek başına otoriterliğin biteceği anlamına gelmiyor.
Kemal Can: Hiç gelmiyor.

Ruşen Çakır:  Ama elinden en güçlü argümanı alacak. Şimdi, artık DEM’le değil de CHP’yle uğraşıyor. CHP’yle uğraştığı konular ne? “Diploman sahte.’’ ‘’Kent lokantasının reklamını yapıyorsun” ya da yolsuzluk iddiaları gibi şeyler. Bunların hiçbirisi insanları, “CHP kapatılsın. Ya da şu olsun bu olsun” noktasına getirebilecek şeyler değil. Orada çok ciddi bir sorunu olacak. 2015 Haziran seçimini hatırla. Ne oldu? Çözüm sürecinden çıkıldı, seçime girildi. HDP çıkış yaptı. AK Parti ilk defa tek başına iktidar olmadı. Sonra ne oldu? Her yerde şiddet eylemi. Tekrar tek başına iktidar oldu, beş ay içerisinde
Kemal Can: Haziran’la Kasım.

Ruşen Çakır: Evet, Haziran’la Kasım. Şimdi ne yapacak?
Kemal Can: Ama şöyle bir şey var. Şimdi bunu şu bağlamın içerisine oturtunca, ki Bahçeli o bağlamın içine oturttu, bence Erdoğan da giderek oraya oturtacak. Dünyanın değişen denklemini de bu bağlamın içinde düşünmemiz lazım. Trump dünyasının kavramlarıyla düşünmeye başladığımızda, bölgenin değişen dengelerine baktığımızda, iki tane şeyle bağlıyor süreci. Bir tanesi, yine güvenlik kaygısı. Yani Suriye'de olacaklar, yeni tehditler, dış tehditler, yeniden oluşan bir dünya dengesi ya da dengesizliği. İkincisi, yeni Türkiye yüzyılı. Burada, eli güçlenen bu şeyle, bu meseleyi bir güvenlik problemi olarak kendi gündeminden çıkartarak sağlayabildiği gücü, başka alanlarda başarı ya da atılıma çevirebilecek Avrupa denkleminden tut, Ukrayna sorununa, bölgedeki ağırlığından dünya dengesindeki yerine kadar. Dolayısıyla hesapladıkları şey olur ya da olmaz. O ayrı bir şey. Ama bu boşluğu bir başarı ve geleceğe dönük bir devam hikâyesine çeviren… Öcalan'ın açıklamasında da, Bahçeli'nin çağrısında da arada geçen süreçte de, ‘’bundan bir demokratikleşme çıkacak ‘’iyimserliğinin dışındaki tezlerin hepsi ne diyor? Artık cevap vermeyen ve kendini tamamlamış bir şeyi bitirip yeni bir şeye başlamaktan bahsediyor herkes. Yeni bir eşikten bahsediyor. Sonuçta o boşluğu bununla doldurmayı deneyecek. Tersinden gidersek, sen, “Bunu yapamayacak, bunu dolduramayacak” diyorsun ya, ben de öbür tarafta şunu söylüyorum: “Peki, Erdoğan demokratikleşme ya da hukukileşme açılımıyla ne sağlayacak?”

Ruşen Çakır: Onu istemiyor ki. Tamam, ona direnecek. Şunu söylemeye çalışıyorum. Tabii ki bunu istemeyecek, tabii ki buna direnecek. Ama ben mesela örneğini verdim; Kılıçdaroğlu'nu yenmek için sahte bir Karayılan videosu yaptı, değil mi? Şimdi neyin videosunu yapacak? Birisi hemen, “İmamoğlu'yla Netanyahu” demiş. O olmuyor ama. Baktığın zaman insanlar dünyayla o kadar ilgili değiller. 
Kemal Can: İnsanlar değil dünyayla ilgili olan. Suriye denklemi tabii şu anda bu işi karıştırıyor. Şu anda bence işin sorunlu tarafı da o. Hatırlarsan, süreç başladığında yapılan yorumlarda çok büyük bir ağırlıkla, ‘’aslında bütün mesele Suriye'deki sorunu çözmek, asıl mesele o’’ deniliyordu. Şimdi Öcalan'ın açıklamasından beri, ‘’bizimle ilgisi yok’’ açıklaması dışında, Suriye denkleminin süreçteki yeri konusunda kimse konuşuyor mu? Konuşmuyor.

Ruşen Çakır: Onu önümüzdeki haftalarda çok konuşacağız. Çünkü Suriye bayağı karışıyor. Özellikle Alevilere yönelik bir şeyler var, onları konuşacağız. Ama bu haftayı burada noktalayalım. Var mı atladığımız bir şey?
Kemal Can: Yok.

Ruşen Çakır: Bu haftanın güzel haberi Suat (Toktaş) tahliye olması. Kendisine iki gün ulaşamadım. “Oğlum, içerideyken senden daha kolay haber alıyorduk” dedim. Nimet Tanrıkulu da çıktı.
Kemal Can: O gün Halk TV yayınında da söyledim. Acayip bir şey yani. Olmaması gereken bir şey, tekrar olmaması gerektiği noktaya döndüğünde sevinmek durumunda kalıyoruz. Hiç olmaması gereken bir davada…

Ruşen Çakır: Ben eşiyle konuşuyorum. Eşi, “Mahkemeye çıkacak salı günü, akşam eve gelecek” dedi. Ben de “İnşallah” dedim. Ama burası Türkiye. Haftalık kantin alışverişi yapılıyormuş. Suat, “Ben de çıkacağımı düşünüyordum, ama haftalık siparişimi verdim ne olur ne olmaz diye” diyor. Evet, tekrar geçmiş olsun diyelim Suat'a ve Nimet’e. Nimet’i tanır mısın?
Kemal Can: Tanırım.

Ruşen Çakır: Ben de çok iyi tanırım. İkisine de ayrı ayrı geçmiş olsun. ‘Haftaya Bakış’ı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.03.2025 İmamoğlu’nun diploması silahı siyasi iktidarın elinde patlayabilir
10.03.2025 Bir Mozaik Olarak Türkiye son bölüm: Bu topraklarda bir arada yaşamanın tarihi | Cemal Kafadar anlattı
09.03.2025 Türkiye’den, Suriye’deki Alevileri hedef göstermenin sakıncaları
07.03.2025 Haftaya Bakış (257): Yeni Çözüm Süreci | Gözler Kandil'de | İmamoğlu kampanyayı başlattı
06.03.2025 Esas amaç Erdoğan’ı yeniden seçtirmek mi?
06.03.2025 Bir mozaik olarak Türkiye (56): Prof. Ali Yaycıoğlu ile Türkiye’de Türkler
05.03.2025 CHP soruşturma yağmurundan nasıl etkileniyor? Hatem Ete ile söyleşi
05.03.2025 Suriye’de PYD/YPG silah bırakmayacak mı?
05.03.2025 Transatlantik: Öcalan'ın açıklamasının dünyada yankıları & Trump'ın Kongre'deki iddiaları
04.03.2025 Fethullah Gülen de ölmeden önce örgütünü feshetmiş olsaydı
16.03.2025 İmamoğlu’nun diploması silahı siyasi iktidarın elinde patlayabilir
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı